__________bismillahirrahmanirrahim__________

rahman ve rahim olan, esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla

17 Eylül 2007 Pazartesi

ALTINI ÇİZDİKLERİM- BAKARA 25

_“62- Müminler ile yahudi, hıristiyan ve sabiilerden Allah’â ve Ahiret gününe inanıp iyi ameller işleyenler, hiç şüphesiz, Rabbleri katında mükâfatlarını alacaklardır; onlar için korku yoktur; onlar artık hiç üzülmeyeceklerdir.”(bakara-62)

Burada "müminler"den maksat müslümanlardır. Arapça'daki "ellezine hâdû"dan maksat, "Allah'a dönenler" ya da "Yehuda'nın evlatları" olduklarına inanan yahudilerdir. "Nasara"dan maksat, Hz. İsa'nın yolundan giden hıristiyanlardır. "Sabiiler"den maksat ise en geçerli görüşe göre müşrik Araplardan kopmuş bir zümredir. Bunlar milletlerinin izlediği puta tapıcılık geleneğinin doğruluğundan kuşku duyarak ruhlarını tatmin edecek başka bir inanç sistemi aramış ve bu arayışları sonucunda Tevhid inancını benimsemiş Araplardır. Bazı açıklamalara göre bu Araplar hiçbir ilâhî rehberin çağrısına muhatap olmaksızın ırkdaşlarının tapınma geleneklerini bir yana bırakarak ilk Hanif dinine, yani Hz. İbrahim'in şeriatine göre ibadet etmeye yönelmişlerdi. Bundan dolayı müşrikler onlara "sapıklar" yani atalarının dininden ayrılanlar demişlerdi. Daha sonra müslümanlar da onlar tarafından bu ünvanla anılacaktır. İşte bu yüzden Arapların bu zümresine "sabiiler" adı verilmiştir. Bu görüş, bazı tefsir bilginleri tarafından, bunların yıldızlara tapan kişiler olduğu savunulan görüşten daha geçerlidir.

Okumuş olduğumuz bu ayet bize şunu anlatıyor: Sözü geçen bu zümreler içinde Allah'a ve Ahiret gününe inanarak salih ameller işleyen herkes Allah katında hakkettiği mükâfata kavuşacaktır. Böyleleri için ne korku ve ne de hüzün ve keder kesinlikle sözkonusu olmayacaktır. Önemli olan inanç sisteminin özüdür; bu konuda hiçbir ırk ve millet taassubu geçerli değildir. Elbette ki bu kural, Peygamber efendimizin (salât ve selâm üzerine olsun) peygamberliği öncesi için geçerlidir. Yoksa Peygamberimizin gelişi ile iman mükemmel ve en son şeklini almıştır.

_İnanç meselesi gevşeklik ve kaypaklık kaldırmaz; ciddiyetsizlik, alaycılık, umursamazlık ve yarım-yamalak çözüm kabul etmez. O, yüce Allah ile müminler arasında imzalanan bir ahid, bir kesin sözleşmedir. Bu itibarla son derece ciddi ve gerçektir. Ciddiyetsizliğe ve kaypaklığa hiç tahammülü yoktur. Bu taahhüdün, sözleşmenin ağır yükümlülükleri vardır. Fakat bu onun tabiatı gereğidir. O son derece önemli, şu evrende varolan her şeyden daha önemli bir meseledir. Buna göre, insanın ona ciddî, kararlı, yükümlülüklerinin bilincine varmış, tüm gücünü ve azmini yoğunlaştırmış ve bu yükümlülükleri noktası noktasına yerine getirmeye kesin biçimde niyetlenmiş olarak sarılması gerekir. Bu yükümlülük altına giren kimsenin, rahat, sorumsuz ve başıboş hayata veda ettiğini idrak etmesi gerekir. Nitekim Peygamber efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bu yükümlülüğü omuzlamakla görevlendirildiğinde eşine; "Ya Hatice, artık uyku dönemi geride kaldı" diyordu. Yüce Allah da ona bu yükümlülükle ilgili olarak:

"Gerçekten biz sana ağır bir söz yükleyeceğiz" (Müzemmil Suresi, 5) buyurdu.

_bu taahhüde kuvvetle, ciddiyetle, yoğunlaştırılmış duyguların kararlılığı ile sarılmak gerektiği gibi onun içeriğini hatırda tutmak, mahiyetinin bilincine varmak ve bu mahiyete göre biçimlenmek de zorunludur. Ancak o zaman bu taahhüt gelip-geçici bir duygusal tezahür, bir heyecan ve güç gösterisi olmaktan kurtarılabilir. Çünkü bu ilâhi taahhüt başlı başına bir hayat tarzıdır. Kavram ve bilinç olarak kalbde yer eden, pratik bir düzen olarak hayatta yerini alan, edep ve ahlak kuralı olarak davranışlara yansıyan, takvaya, yüce Allah'ın gözetimi karşısında duyarlı olmaya ve akıbet endişesini hissettiren kendine özgü bir hayat tarzı.

_alıntılar: 1. cilt, sayfalar 110-111, dünya yayıncılık, istanbul 2003

_çevirenler: salih uçan, vahdettin ince