__________bismillahirrahmanirrahim__________

rahman ve rahim olan, esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla

10 Eylül 2007 Pazartesi

ALTINI ÇİZDİKLERİM- BAKARA 20


_bu kısmı kesmeden aktarıyorum.

_Başkalarını iyiliğe çağırıp da bu çağrıya ters düşen davranışlarla ortaya çıkmak, insanların vicdanlarında sadece bu çağrıyı seslendirenlere karşı değil, çağrı konusu olan davaya karşı da şüphe uyandıran büyük bir musibettir. Bu musibet, insanların kalplerinde ve kafalarında kargaşa doğurur. Çünkü bir yandan parlak sözler dinlerken öbür yandan çirkin davranışlar gören insanlar, sözle davranış arasındaki bu çelişki karşısında bocalarlar; inançlarının ruhlarında tutuşturduğu ateşin harareti söner; imanın kalblerinde parıldattığı aydınlık kaybolur; din adamlarına karşı güvenlerini yitirdikten sonra artık bu adamlar tarafından temsil edilen dinin kendisine karşı da güvenlerini kaybederler.

İnanmış bir kalpden kaynaklanmayan söz ne kadar cazibeli, sarsıcı ve heyecanlandırıcı olursa olsun ölü ve soğuk bir ses yığınına dönüşmeye mahkûmdur. İnsanın söylediği söze gerçek anlamda inanmış sayılabilmesi için, kendi uygulamaları ile sözlerine tercüman olması, ağzından çıkan sözün davranışlarına yansıması gerekir. O zaman sözleri cazibeli ve etkili olmasa bile insanlar kendisine inanırlar, sözlerine güven duyarlar. O zaman onun sözleri gücünü cazibeli olmalarından değil, gerçek oluşlarından; güzelliklerini şimşek gibi çakmalarından değil, realiteye uygun olmalarından alırlar. Başka bir deyimle bu tür sözler yaşayan gerçek hayattan kaynaklandıkları için canlı bir enerji birikimine dönüşürler.

Bununla birlikte sözle hareketin, inançla davranışın birbiri ile uyuşması basit bir şey, asfalt bir yol değildir. Bu iş; özel bir çabayı, bazı sıkıntılara katlanmayı, kararlı bir girişimi, yüce Allah ile sıkı sıkıya ilişkili olmayı, O'ndan sürekli yardım dilemeyi ve O'nun hidayetine sığınmayı gerektirir.

Sebebine gelince hayatın çeşitli şartları zorunlulukları ve kaçınılmazlıklarının sürüklediği davranışlar nedeniyle insan, inancından ya da başkalarına yönelttiği çağrıdan uzak düşer. Ölümlü insanlar, kendilerini ne kadar güçlü görürlerse görsünler, ölümsüz tek güç kaynağı olan yüce Allah'a dayanmadıkça, O' nunla bağlantı kurmadıkça zayıftırlar. Çünkü kötü, azdırıcı, ayartıcı ve saptırıcı güçler ondan kat kat büyüktür. İnsan bu şer güçler karşısında üst üste birçok kez galip gelebilir. Fakat gevşekliğe kapıldığı, uyuşukluğun pençesine düştüğü bir zayıflık anına yakalandığını düşününüz. O an, bütün geçmişini, şimdiki zamanını ve geleceğini mahveder. Fakat bu kimse ezelî ve ebedî bir güç kaynağına dayanıyorsa, şahsi ihtiras ve zayıflıklarına, hayatın zorunluluk ve kaçınılmazlıklarına, karşısına dikilen güçlü rakiplere karşı, kısacası her şeye ve herkese karşı güçlüdür.

Bundan dolayı, Kur'an-ı Kerim, önce karşısına dikilen yahudileri ve dolaylı olarak bütün insanları sabır ve namaz kılma yolu ile yüce Allah'tan yardım istemeye çağırıyor. Yahudilerin, gerek Medine'de yararlandıkları liderlik konumlarını ve gerekse elde ettikleri "az bir paha"yı -Bu bir kaç para ister din hizmetleri karşılığında ele geçirdikleri kazanç, isterse genel olarak tüm dünya malı anlamına gelsin- bir yana bırakarak doğru olduğunu bildikleri gerçeği tercih etmeleri ve başkalarını saflarına katılmaya çağırdıkları iman kervanı içinde bizzat yeralmaları beklenirdi. Bu da güçlü, cesur, fedakâr olmayı, sabır ve namaz kılma yolu ile yüce Allah'tan yardım istemeyi gerektiriyordu.

"Sabrederek ve namaz kılarak Allah'dan yardım dileyin. Hiç şüphesiz, bu, Allah'a saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir. Onlar ki, Rabbleri ile buluşacaklarını, mutlaka O'nun huzuruna döneceklerini bilirler."(bakara 45-46)

_alıntılar: 1. cilt, sayfalar 96-97, dünya yayıncılık, istanbul 2003

_çevirenler: salih uçan, vahdettin ince